İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
BORÇLAR HUKUKU GENEL HÜKÜMLER BÜTÜNLEME SINAVI
(ikinci öğretim öğrencileri) 21.08.2020 - 19.00 ▇▇▇▇▇ ▇▇▇▇▇▇▇▇
OLAY I:
Toptan kömür satışı yapan K Şirketi ile birlikte perakende kömür satışı yapan A ve B arasında 100 ton kömürün teslim edilmesine yönelik satım sözleşmesi, 6 Mayıs 2020’de imzalanmıştır. Sözleşmeye göre kömürlerin teslimi 6 Haziran 2020 tarihinde satıcı K Şirketi’nin deposunda gerçekleştirilecek, 100.000 TL olan satış bedeli 6 Aralık 2020’de ödenecektir. Nakde gereksinimi olan K Şirketi, C’ye bu sözleşmeden doğan satış bedeli alacağını 10 Mayıs 2020’de 70.000 TL karşılığında devretmiştir. A ve B, ifa günü kömürleri teslim almak için ifa yerinde hazır bulunmamışlardır. K Şirketi kömürlerin bir an evvel deposundan çıkması için A ve B’ye 10 Haziran 2020 tarihinde ihtar çekmiştir. İhtarda belirtilen tarihte kömürü teslim almaya yalnızca A gitmiş, ancak K Şirketi ona 50 ton kömürü vermek istemesi üzerine teslim almaktan kaçınmıştır. Bunun üzerine K Şirketi, 6 Mayıs 2020 tarihli sözleşmeden döndüğünü A ve B’ye karşı beyan etmiştir.
1. A ve B, K ▇▇▇▇▇▇▇ tarafından sadece 50 ton kömür teslim edilmek istenmesi karşısında hangi hukuki yollara başvurabilir? İhtimallere göre değerlendiriniz. (10 puan)
2. Satış sözleşmesi gereği A ve B’ye ifa edilecek borcun niteliğini dikkate alarak çeşitli ihtimallere göre, K şirketinin sözleşmeden dönme beyanının geçerliliğini değerlendiriniz. (20 puan)
3. K Şirketi’nin dönme beyanının geçerli olduğu varsayımında C, 6 Aralık 2020 tarihinde satış bedelinin ödenmesini A ve B’den talep edebilir mi? Talep edemezse K Şirketi’ne karşı başvurabileceği hukuki olanaklar mevcut mudur? Açıklayınız. (15 puan)
OLAY II:
Süt ürünleri üretimi satımı yapan S Şirketi ile Y Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği arasında 1 Haziran 2020 tarihinde kurulan satım sözleşmesine göre S Şirketinin imalatı süt ürünlerinden oluşan toplam 500 koliyi, Y köyündeki 500 haneye teslim edilecektir. Sözleşme uyarınca, kolilerin dağıtım ve teslimi ise 5 Haziran 2020’de gerçekleştirilecek, satış bedeli 15 Haziran 2020’de ödenecektir. Teslimatın 20 Haziran 2020 itibarıyla yapılmamış olması nedeniyle Y Derneği S şirketinden kolilerin dağıtımına başlanmasını istemişse de, S şirketi, borcun ödenmediği gerekçesiyle kolilerin dağıtımını gerçekleştirmeyeceğini beyan etmiştir. Daha sonra ödemenin yapılması üzerine, S şirketi kolilerin dağıtımını gerçekleştirmiş, ancak bazı kolilerdeki ürünler bozuk çıkmıştır.
1. Y’nin kolilerin dağıtımı talebine karşı, S şirketinin borcun ödenmediği gerekçesiyle kolilerin dağıtımını gerçekleştirmeyeceğini beyan etmesini nitelendiriniz ve değerlendiriniz. (10 puan)
2. Teslim edilen kolilerdeki bozuk çıkan ürünlerle ilgili olarak kim, hangi talep haklarına sahiptir? Koşullarıyla beraber çeşitli ihtimallere göre açıklayınız. (20 puan)
KARAR İNCELEMESİ (25 puan):
Yargıtay’ın aşağıdaki kararını borçlar hukuku genel hükümler bilgileriniz çerçevesinde yerinde buluyor musunuz? Hukuki gerekçelerinizi belirterek açıklayınız.
Y. 17. HD, E. 2014/15330, K. 2017/96, T. 16.1.2017
“Davacılar vekili, davacıların babası/eşi olan ...'un, ehliyetsiz olarak kullandığı motorsiklet ile yaptığı tek taraflı kazada öldüğünü, davacıların ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını, davacılar murisinin kazadaki kusurunun davacılara yansıtılamayacağını ve davacıların zarar gören üçüncü kişi olarak tazminat talep etmeye haklı olduklarını, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçesi olmadığından davalının zarardan sorumlu olduğunu belirterek, belirsiz alacak davası olarak açtıkları davada şimdilik 1.000,00 TL. tazminatın temerrüt tarihinden işleyecek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davada Asliye Hukuk Mahkemeleri'nin görevli olduğunu, ödeme yapmaları durumunda işleten ile diğer sorumlulara rücu hakları bulunduğundan davacılara rücu edilmesi gerekeceğini, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleştiğini, davacılar murisinin kendi kusuruyla sebep olduğu kazada öldüğünü ve onun kusurunun davacılara da yansıyacağını, davacıların tazminat talep haklarının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalının, zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçesi olmayan araç için trafik sigortacısı yerine zararı ödemekle yükümlü olduğu, davalının ödeme yapması halinde, 5684 Sayılı Kanun'un 14. maddesi gereği zarardan sorumlu olanlara rücu hakkının bulunduğu, davacılar murisinin ehliyetsiz araç kullanmış ve tam kusurlu olarak kaza yapmış olması nedeniyle, davalının ödeme yapması halinde davacılara rücu hakkının bulunduğu, TBK'nun 135/1. maddesi gereği alacaklı ve borçlu sıfatları birleştiğinden davacıların tazminat talep haklarının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, davacılar murisinin ölümü nedeniyle, 6098 Sayılı TBK'nun 53. maddesi (818 Sayılı BK'nun 45/2. md.) gereği, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Davacı taraf, tek taraflı kazada ölen murislerinin desteğinden yoksun kaldıklarını iddia ederek tazminat isteminde bulunmaktadır. Davacıların talebi ve iddia ettikleri zarar, ölenin mirasçısı sıfatlarına değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatlarına dayanmaktadır. Dolayısıyla, davacıların ölenin mirasçısı sıfatlarına dayanmayan, doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki desteğin kusuru davacılara yansıtılamayacak, sürücü desteğin tam kusurlu olması, onun desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyecektir (HGK'nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK'nun 22.2.2012 gün 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK'nun 16.1.2013 gün ve 2012/17- 1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamları uyarınca).
Bu durum karşısında, davacıların, zarar gören üçüncü kişi sıfatlarına dayanan zarar giderim talepleri nedeniyle, davacıların desteğinin kazadaki kusurunun davacılara yansıtılamayacağı, desteğin idaresindeki aracın zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçesi bulunmadığından davalının zarardan sorumlu olduğu, davalının ödeme yapması halinde de davacılara rücu imkanının bulunmadığı hususları gözetilerek; işin esasının incelenmesi ve davacıların tazminat taleplerinin değerlendirilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle yazılı olduğu biçimde karar verilmesi doğru görülmemiştir.”
OLAY I
C. 1. Taraflar arasında kurulmuş olan sözleşmede 100 ton kömür teslim borcunun alacaklısı A ve B’dir. Bu borcun ifası mümkün olup borç 6 Haziran 2020 tarihi itibarıyla muaccel hale gelmiştir. Sözleşmede belirli vade kararlaştırıldığı için borçlu temerrüdünün gerçekleşmesi açısından ihtar çekilmesi koşuluna da gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle konu borçlu temerrüdü açısından değerlendirilmelidir (1 puan).
Bölünebilir kömür teslimi ediminin alacaklısı olarak A ve B bulunmakla birlikte, olayda A ve B’nin kısmi alacaklı veya müteselsil alacaklı oldukları hususunda açıklık yoktur. Kural tarafların kısmi alacaklı sıfatını taşımasıdır (1 puan). Bu varsayımda K’nın A’ya karşı 50 ton kömür teslim etmek istemesi, onun A’ya olan borcuna uygun bir ifa teklifi teşkil eder ve A’nın borçlu temerrüdü hükümlerine başvurması mümkün olmaz. Sadece B, borçlu temerrüdü hükümleri çerçevesinde K’nın sorumluluğuna gidebilir idi. Ancak böyle bir ihtimalde B de ne kendisi ne de temsilcisi kömürleri teslim yerine teslim almaya gittiğinden, alacaklı temerrüdüne düşer. Bu ihtimalde hem A hem de B alacaklı temerrüdünde olduklarından K’ya karşı herhangi bir hakları bulunmamaktadır (2 puan).
Müteselsil alacaklılığın söz konusu olması için bu konuda kanun hükmünün bulunması veya hukuki işlemin (sözleşmenin veya tek taraflı hukuki işlemin), bulunması gerekir. A ve B’nin ortak perakende kömür satışıyla iştigal ettiği dikkate alınırsa taraflar arasındaki sözleşmenin yorumundan, işin niteliğinden müteselsil alacaklılığın bulunduğu yönünde bir sonucun çıkarılması mümkündür (2 puan). A ve B’nin müteselsil alacaklı olduğu varsayımında alacaklılardan her biri alacağın tamamını borçludan isteyebilecektir. Buna göre A’nın 100 ton kömürün tamamını talep etmesi yerinde bir talep olacak, K şirketinin yalnızca
50 ton kömürün A’ya teslimini önermesi ise kısmi ifa talebi olarak değerlendirilecektir. Borcun tamamı belli (100 ton kömür) ve muaccel olduğu için (kömürlerin teslimi için kararlaştırılan vade 6 Haziran 2020) alacaklı kısmen ifayı reddedebilir (2 puan). Bu durumda A ve B, K şirketinin borcunu tamamen ifa etmemesi sebebiyle borçlu temerrüdü hükümlerine başvurabilecektir. Ayrıca kısmı ifayı kabul edip borçlu temerrüdü hükümlerine kısmi ifa nedeniyle de gidilmesi mümkündür. Bu durumda da, A veya B aynen ifa ve gecikme tazminatı taleplerinde bulunabileceği gibi borçlu temerrüdünün tam iki taraflı sözleşmelere özgü sonuçlarına da başvurabilir. Ancak sözleşme ilişkisini etkileyebilecek aynen ifa yerine olumlu zararın tazmini ve sözleşmeden dönme haklarının alacaklılar tarafından birlikte kullanılması gerekir (2 puan).
C. 2. K Şirketi ile birlikte A ve B arasında yapılan satım sözleşmesine göre kömürlerin teslimi 6 Haziran 2020 tarihinde satıcı K Şirketi’nin deposunda gerçekleştirilecek olmasına rağmen A ve B belirtilen tarihte ifa yerinde bulunmamışlardır. Buna göre olayımızda alacaklı temerrüdünün varlığı incelenmelidir. Alacaklı temerrüdü, alacaklının kendisine uygun şekilde arz edilen ifayı herhangi bir haklı neden olmaksızın kabul etmemesi veya ifanın gerçekleşmesi için gerekli külfetleri yerine getirmekten haklı neden bulunmaksızın kaçınması nedeniyle doğan hukuki durumdur (4 puan).
Olayımızda A ve B ifanın gerçekleşmesi için gerekli yükümlülüğü yerine getirmediğinden (ifa yerinde teslime uygun şekilde hazır bulunmadığından) ve olayımızda bunu haklı kılacak bir sebepten de bahsedilmediğinden alacaklı temerrüdünün şartları gerçekleşmiştir. Alacaklı temerrüdü halinde alacaklı, hasar ve giderleri alacaklıya ait olmak üzere, teslim edeceği şeyi tevdi ederek borcundan kurtulabilir. Ancak olayımızda borcun
konusu bir şeyin teslimini gerektirdiğinden K şirketi alacaklı temerrüdü hükümlerine göre sözleşmeden dönme imkânına sahip değildir (TBK m. 110) (4 puan).
Olayımızda K şirketinin A ve B’ye çektiği ihtardan sonra durumu çeşitli ihtimallere göre değerlendirmek gerekir. İlk soruda incelendiği üzere A ve B arasındaki ilişki müteselsil alacaklılık olabileceği gibi kısmi alacaklılık da olabilir. Müteselsil alacaklılık olduğu varsayımında A, 100 ton kömürün tamamının kendisine teslimini isteyebileceği için K şirketinin bu talebi reddetmesi yerinde olmayıp onun sorumluluğuna yol açacak bir davranıştır. Bu ihtimalde K şirketinin dönme dâhil başvurabileceği bir imkân bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle bu ihtimalde A’nın ifanın tamamını kabule hazır olmasıyla birlikte alacaklı temerrüdü sona ereceği için artık K şirketinin başvurabileceği bir imkân bulunmamaktadır (4 puan).
Diğer ihtimalde A ve B arasındaki ilişki kısmi alacaklılıktır. Kısmi alacaklılıkta her bir alacaklı alacağın kararlaştırılan oranında borçluya başvurabilir. Oran kararlaştırılmamışsa tüm alacaklılar eşit oranda borçluya başvurabilecektir. Olayımızda oran kararlaştırılmadığı için A, K şirketine alacağın yarısı oranında başvurabilecek bu ise somut olayda 50 ton kömürün teslimi şeklinde karşımıza çıkacaktır. K şirketinin A’ya 50 ton kömürü vermek istemesi uygun bir ifa teklifi olacak bu ifayı kabul etmeyen A’nın alacaklı temerrüdü son bulmayacaktır. Dolayısıyla bu ihtimalde A ve B 6 Haziran 2020 tarihinden bu yana alacaklı temerrüdü halinde olacaklardır ve daha önce yapılan açıklamalara göre K şirketinin başvurabileceği imkânlar bulunmaktadır (4 puan).
Alacaklının borcun ifasını sağlamaya yönelik külfetleri (kanun veya sözleşme gereği) aynı zamanda borç oluşturuyorsa, borçlu temerrüdü hükümlerine de gidebilir. İki tarafa karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, karşılıklı borçlardan birinin ifası aşamasında diğerinin bu ifayı kabulü aynı zamanda borç oluşturabilir. Taşınır satışında alıcının satılanı devralmakla yükümlü olduğu açıkça ifade edilmiştir. (TBK md.232). Bu halde olayımızda K, satılanı teslim almayan alıcılara karşı borçlu temerrüdü hükümlerine de başvurabilir (4 puan).
C. 3. Olayımızda alacağın devri söz konusudur. Alacaklı, alacağını sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın üçüncü bir kişiye devredebilir (TMK
m. 183). (3 Puan). K şirketi, C’ye satış bedeli alacağını 10 Mayıs 2020’de ivazlı olarak devretmiştir. Ancak devredilen alacağın doğduğu sözleşme, sorudaki varsayıma göre dönme yoluyla sona ermiştir. Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar. Olayımızda sözleşmenin tarafları K şirketi ile A ve B’dir. K şirketinin dönme beyanının geçerli olduğu varsayımında taraflar karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulacaklardır. Dönme, C’ye devredilen alacağı sona erdirmektedir. (2 Puan).
Bu halde C, alacaklılara başvuramaz. Ancak C’nin K şirketine başvurabileceği olanaklar mevcuttur. Çünkü alacağın bir edim (ivaz) karşılığında devredilmesi halinde TBK
m. 191/1, devredene bir garanti (tekeffül) borcu yüklemiştir. Hükme göre devreden, devralana karşı, devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip olduğunu garanti etmektedir. Esasen devir anında alacak mevcut bulunsa dahi dönme beyanıyla bu alacak geçmişe etkili olarak sona ermiştir. (3 Puan). Dolayısıyla K şirketinin garanti sorumluluğu doğacağı söylenebilir. Buna göre C, ifa etmiş olduğu karşı edimin faizi ile birlikte geri verilmesini talep edebilir. Bu halde sorumluluk devredilen alacak miktarı ile değil, alınan karşı edim miktarı ile sınırlı olduğundan C, K’dan devraldığı alacak miktarını talep edemez. Olayımızda alacak 70.000 TL karşılığında devredildiği için talep konusu olacak miktar 70.000 TL ve bunun faizidir. (3 Puan).
Garanti kapsamına devrin sebep olduğu giderler ile borçluya karşı devraldığı alacağı elde etmek için yaptığı ve sonuçsuz girişimlerin yol açtığı giderler de dâhildir. Bu sebeple, C, ayrıca sözleşme kurmak amacıyla noter, vs. masrafı yapmışsa veya sonuçsuz kalan icra takipleri ile açılan davalar nedeniyle yapmış olduğu giderler varsa bunları da K şirketinden talep edebilir. Bununla birlikte K şirketi kusursuzluğunu ispat etmedikçe C, bu kalemler haricinde doğmuş diğer zararlarının tazminini de K şirketinden talep edebilir. (2 Puan).
K, alacağın devredildiği sözleşmenin sona ermesine sebep oluşturmuştur. Bu durum, C ile arasında alacağın devrine dair borçlandırıcı sözleşmenin ihlali anlamına da gelir. C, K’nın sorumluluğuna bu sebeple TBK m. 112 hükmüne göre de gidebilir. (2 Puan).
OLAY II
C. 1. Olayımızda S şirketinin edimi 5 Haziran 2020 tarihinde, Y’nin edimi 15 Haziran 2020 tarihinde muaccel olmuştur. 20 Haziran 2020 tarihinde Y derneğinin ifa talebine S şirketinin borcun ödenmediği gerekçesiyle kolilerin dağıtımını gerçekleştirmeyeceği beyanı ödemezlik defi açısından değerlendirilmelidir. Ödemezlik defi, TBK m. 97 hükmüyle düzenlenmiştir. Buna göre “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir.” Ödemezlik defi taraflara, karşı edim ifa edilinceye hiç değilse ifası teklif edilinceye kadar, kendi borcunu ifadan kaçınma imkânı sağlar. Yapılan açıklamalara göre S şirketinin beyanı, ödemezlik defi niteliğindedir. (3 Puan).
Ödemezlik definin şartlarını göz önünde tutarak beyanı değerlendirmek gerekirse: Birinci şart, karşılıklı borç yükleyen sözleşme söz konusu olmalıdır. Olayımızda S şirketi ile Y arasındaki satım sözleşmesi her iki tarafa borç yükleyen, karşılıklı, bir sözleşmedir. (1 Puan). İkinci şart ödemezlik definin karşılıklı sözleşmeden doğan sadece karşılıklı borçlar için söz konusu olabilmesidir.
Olayımızda satım sözleşmesinden doğan satılan şeyin ve satım bedelinin ifası borçları, birbirlerinin karşılığını oluşturmaktadır. (1 Puan). Üçüncü şart, karşılıklı her iki borç da doğmuş ve sona ermemiş olmalıdır. Olayımızda her iki borç da doğmuş ve sona ermemiştir. (1 Puan). Dördüncü ve soru için en ayırt edici şart, taraflardan birinin borcunu önce ifa etmesi gerekmemesidir.
Olayımızda sözleşmenin her iki tarafının da edimi vadeye bağlanmıştır ve S şirketinin edimi 5 Haziran 2020 tarihinde, Y’nin edimi ise 15 Haziran 2020 tarihinde muaccel olacaktır. Vade tarihlerinin farklı olması, taraflardan birinin borcunu mutlaka diğerinden erken ifa etmesi hususundaki iradeye işaret etmemektedir. Somut olayda Y derneğinin borcunun, S şirketinin borcunu ifa ettikten sonra muaccel olacağı hususunda bir kayıt olsaydı, bu kayıt, ödemezlik definin ileri sürülmesini engellerdir. Kısaca olayımızda dördüncü şartta sağlanmaktadır. (2 Puan). Beşinci şart her iki tarafın alacağı da muaccel olmalıdır. Olayımızda, S şirketinin edimi ise 5 Haziran 2020 tarihinde, Y’nin edimi 15 Haziran 2020 tarihinde muaccel olmuştur ve S şirketinin beyanı 20 Haziran 2020 tarihindedir. Olayımızda muacceliyet şartı da sağlanmaktadır. (1 Puan). Altıncı ve son şart ise karşı taraf borcunu ifa etmemiş ve ifasını da teklif etmemiş olmalıdır. Olayımızda hem S şirketi hem de Y 20 Haziran 2020 tarihinde yani S şirketinin bu beyanı yaptığı tarihte borcun ifa etmemiş ve ifasını teklif etmemiştir ve bu şart sağlanmıştır. Bu nedenle ödemezlik definin ileri sürülmesi yerindedir, defi hukuki sonuçlarını doğuracaktır. (1 Puan).
C. 2. Teslim edilen kolilerdeki bozuk çıkan ürünlerle ilgili olarak öncelikle durumun hukuki niteliği ve nelerin talep edilebileceği üzerinde durulmalıdır. Olayımızda S şirketi edimi olan 500 kolinin teslimini gerçekleştirmiş ancak bazı kolilerdeki ürünler bozuk çıkmıştır. Bu durumda borcun ifa edilmemesi durumu söz konusu olmayıp ifanın gereği gibi yerine gelmemesi söz konusudur. Eş değişle borçlu borcunu kötü ifa etmiştir. Kötü ifa halinde TBK m. 112 hükmü uygulanır ve olumlu zararın giderilmesi talep edilebilir. (5 Puan).
Sorunun ikinci kısmında bahsi geçen çeşitli ihtimaller yukarıdaki taleplerde kimin bulunabileceğini belirlemektedir. Olayımızda S şirketi ile Y arasında yapılan satım sözleşmesine göre S şirketi, ediminin Y köyündeki 500 haneye ifa edecektir. Bu durumda sözleşmede üçüncü kişi yararına bir edim yükümlülüğü söz konusudur. Şu halde karşımıza çıkan hukuki kurum, üçüncü kişi yararına sözleşmedir. TBK m. 129 ile düzenlenmiş olan üçüncü kişi yararına sözleşme iki şekilde karşımıza çıkmaktadır: 1. Üçüncü kişi yararına tam sözleşme, 2. Üçüncü kişi yararına eksik sözleşme. Anılan hükmün lafzı gereği, üçüncü kişi yararına tam sözleşme yapıldığı anlaşılmadıkça aslolan üçüncü kişi yararına eksik sözleşme yapılmış olduğudur. Yapılan sözleşmenin üçüncü kişi yararına tam sözleşme olduğuna üç durumda kanaat getirilebilir: 1. Taraflarca açıkça veya örtülü olarak sözleşme ile kararlaştırılmış olabilir, 2. Örf adet gereği olabilir, 3. Bir kanun hükmü bunu öngörebilir. Olayımızda taraflar arasında yapılan sözleşmede açık veya örtülü olarak üçüncü kişi yararına tam sözleşme yapıldığına dair bir veri bulunmamaktadır bu yönde bir kanun hükmü de yoktur. Bu konuda bir örf/âdetin bulunduğundan bahsetmek de mümkün gözükmemektedir. Ancak soruda verilen çeşitli ihtimaller ifadesi gereği tarafların sözleşmede bunu kararlaştırmış olabilecekleri düşünülerek her iki sözleşme türüne göre de talep hakkına sahip olanları belirlemek gerekecektir. (5 Puan).
* Üçüncü kişi yararına eksik sözleşmede talep hakkı sahibi
Üçüncü kişi yararına eksik sözleşmede üçüncü kişi edimin ifasını alacaklıdan talep edemez. Edimin yerine getirilmesini sadece vaadettiren isteyebilir. Buna göre olarak üçüncü kişi, ifanın gereği gibi gerçekleşmemesi sebebiyle borca aykırılığa dayanarak tazminat isteyemez. Sonuç olarak eğer S şirketi ile Y arasında yapılan sözleşme üçüncü kişi yararına eksik sözleşme ise sorunun ilk kısmında incelenen talep hakkına sadece vaadettiren Y sahip olacaktır. Bu olasılıkta vaat ettiren Y, söz konusu borca aykırılık nedeniyle kendi malvarlığında gerçekleşen zararın tazminini isteyebilir. Üçüncü kişilerin uğradığı zararın tazminini isteyemez. (5 Puan).
* Üçüncü kişi yararına tam sözleşmede talep hakkı sahibi
Üçüncü kişi yararına tam sözleşmede üçüncü kişi de edimin ifasını borçludan talep etme hakkına sahiptir. Buna göre, üçüncü kişi, ifanın gereği gibi gerçekleşmemesi sebebiyle borca aykırılığa dayanarak kendi uğradığı zararını giderilmesini isteyebilir. Vaatettiren Y de, üçüncü kişinin uğradığı zararın tazmini için talep hakkına sahiptir. Bu durumda tazminat üçüncü kişiye ödenir. (5 Puan).
KARAR İNCELEME
▇▇▇▇▇▇ ▇▇▇▇▇▇▇▇ kararına konu olay, bir motorlu taşıt işleteninin tek taraflı kazada ölümü sonrası hayattayken onun desteğinden yararlananların destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir. İlk derece mahkemesinin ve Yargıtay’ın vermiş oldukları kararlarda hukuki
uyuşmazlık, vefatına ilişkin olayda desteğin müterafik kusurunun destekten yoksun kalanlara yansıtılıp yansıtılamayacağı noktasında toplanmaktadır. Hukuki ihtilafın çözümüne geçmeden önce konuyla ilgili hukuki kurumun özellikleri incelenmelidir. Destekten yoksun kalma tazminatı, ölüm halinde istenebilen bir tazminattır. Buna göre ölenin desteğinden yoksun kalanlar bu tazminatı talep edebilecektir. Destekten yoksun kalma zararı bir yansıma zarardır. Bu zararın tazminini doğrudan kanun öngörmektedir diğer bir deyişle kanun açıkça normun koruma amacına bu zararın tazminini dâhil etmiştir (TBK m. 53/1-3). Dolayısıyla tazminat talebi doğrudan doğruya destekten yoksun kalanın şahsında doğmaktadır. Bu açıklamalara göre dikkat edilmelidir ki destekten yoksun kalma tazminatı mirasçılık ilişkisine dayanmamaktadır. Eş deyişle bu tazminatı talep edebilmek için ölenin mirasçısı olmak gerekmediği gibi tazminatın talebi de miras hükümlerine göre gerçekleşmemektedir. (5 puan).
Destekten yoksun kalma hakkında yukarıdaki açıklamalar konunun aydınlanması açısından yeterlidir. Şimdi hukuki ihtilafın çözümü için incelenmesi gereken diğer husus olan tazminatın belirlenmesinde zarar görenin kusurunun (müterafık kusur) rolüdür. İlgili kanuni düzenleme TBK m. 51 ve m. 52 hükümleridir. Öncelikle bu incelemeden ayrı tutulması gereken husus, zarar görenin hukuka aykırı fiilin gerçekleşmesine geçerli bir şekilde rıza göstererek fiilin hukuka uygun hale getirmesidir. Bu durumda hukuka aykırı bir fiil olmadığı için kural olarak bir tazminattan da bahsetmek mümkün değildir. Yine buna benzer bir diğer durum zarar görenin nedensellik bağını kesen ağır kusurudur. Bu durumda zarar görenin kusuru, fiille zarar arasındaki nedensellik bağını kestiği için yine bir tazminattan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Son olarak asıl inceleme konusu zarar görenin kusurunun tazminattan indirim sebebi olmasıdır. Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir (TBK m. 52). Sorumluluğun esası kusursuz sorumluluk olsa da, kural olarak mağdurun kusuru tazminattan indirim sebebi olabilir.
Hukuki ihtilafla ilgili olarak Yargıtay’ın kararı: Destekten yoksun kalma tazminatında tazminat alacaklılarının mirasçı sıfatına değil destekten yoksun kalan 3. kişi sıfatına dayandığı için ve tazminat alacağının doğrudan destekten yoksun kalanlar üzerinde doğacağından desteğin (murisin) kusuru onlara yansıtılamayacaktır. Konuyla ilgili olarak yukarıdaki iki paragraftaki bilgiler doğrultusunda değerlendirme:
Somut olayda uygun illiyet bağının varlığı ile kusurun haksız fiil sorumluluğuna etkisi ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
-Haksız fiil sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için, bu sorumluluk kusura dayansın ya da dayanmasın, hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir. Dolayısıyla şayet desteğin fiili, failin fiili ile zarar arasındaki uygun illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise bu halde, haksız fiilin şartı yerine gelmiş olmayacağından, destekten yoksun kalma tazminatından söz edilmesi de mümkün değildir. Somut olayda ölen desteğin aracı ehliyetsiz kullanmış olmasının uygun illiyet bağını kesecek yoğunlukta olup olmadığı incelenmemiştir. Bu husus, kararın gerekli inceleme yapılmaksızın verilmiş olduğu sonucunu doğurur (Haksız fiil mağdurunun rızası ise geçerli bir rıza olması halinde hukuka aykırılığı ortadan kaldırır. Bu halde de yine haksız fiilin şartlarından olan hukuka aykırılık bulunmadığından haksız fiil sorumluluğundan söz edilemez). (10 Puan).
Haksız fiilin şartları bulunmakla birlikte, mağdurun birlikte kusurunun ya da bir takım fiillerinin zararın miktarına etki etmesi ise ayrıca incelenmesi gereken, farklı bir konudur. Somut olayda kusursuz sorumluluk olmakla birlikte, zararın hesaplanması yine de TMK. m.
51 vd. hükümlerine tabidir. Kanun koyucu bu hükümlerin tatbikinde kusura dayanan sorumluluk ile kusursuz sorumluluk arasında herhangi bir ayrım yapmamıştır. TBK. m. 51 uyarınca: “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir”.
Destekten yoksun kalma tazminatının mirasçılık sıfatına dayanmaması, bağımsız bir talep hakkı olması, tazminatın desteğin ölümüne yol açtığı haksız fiil ile arasındaki bağın koparılması sonucunu doğurmaz. Bu talebin mirasçılık sıfatına dayanmaması, mirasçıların sırf mirasçı olmaları sıfatıyla bu talebe sahip olmadıkları anlamına gelir. Bunun yanı sıra mirasçıların ölen desteğe tanınan bir hakkı iktisap etmedikleri, kanun koyucunun bu hakkı doğrudan kendilerine tanıdığı düşünülecek olursa; hak sahibi desteğin ölmesi dolayısıyla kendi uğradığı zararı talep edebilecektir. Ancak bu zarar, en nihayetinde desteğin ölümüne yol açan haksız fiilden kaynaklandığından, söz konusu zararın haksız fiilin gerçekleştiği şartlar dikkate alınmadan hesaplanması da mümkün değildir. Zira haksız fiil failinin destekten yoksun kalanlara karşı olan sorumluluğunun bizzat desteğe karşı olan sorumluluğundan daha ağır kurallara tabi olarak hesaplanması mümkün değildir. (10 Puan).